Ünal Özmen
ozmenu@gmail.com
Sünniler ve zorunlu din eğitimi 9 Kasım 2010
14/12/2010 Sünniler, zorunlu din eğitiminden “dolayı eğitim özgürlüğünü kaybetmiş” çocukların haklarını savunmuyor ır hem de “dava”nın Alevilerin vesayetinde algılanmasına neden olur. Zorunlu din dersine itirazın sadece Alevilerden geliyor görüntüsü Alevilere de haksızlık olur. Bu bakımdan 6 Kasım günü Kadıköy İskele Meydanında gerçekleştirilen eylemin çağrısında “zorunlu din derslerinin sadece Alevilerin değil Türkiye'nin sorunu olduğu” vurgusunu önemli buluyoPir Sultan Abdal Kültür Derneğinin çağırısı üzerine 6 Kasım günü Kadıköy'de 24 saatlik bir oturma eylemi gerçekleştirildi. Eyleme katılanlar zorunlu din derslerinin sadece Alevilerin değil, Türkiye'nin sorunu olduğuna dikkat çektiler. Bir süreden beri buradan, zorunlu din eğitimine karşı yükselen itiraza Alevilerin dışındaki laik, demokrat, çağdaş kesimlerin de katılması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Çünkü bu konunun sadece Aleviler tarafından sahiplenilmesi ya da öyle algılanılması bu sorunun hem evrensel insan hakları bağlamında değerlendirilmesini sekteye uğratrum. Fakat aynı çağırıda Derneğin Genel Başkanı Av. Fevzi Gümüş’ün şu ifadesini de eleştiriyorum. Gümüş “Tek tip insan yaratmayı hedefleyen darbeciler, faşist zihniyetlerinin ürünü olarak Anayasa’nın 24. maddesiyle Alevileri asimile etmek için din derslerini zorunlu hale getirmişlerdir. “ diyor. Kuşkusuz bu, 12 Eylül Faşizminin önemli amaçlarından biriydi. Ancak esas olarak 12 Eylülcülerin amacı toplumu dindarlaştırmaktı. Bunda da başarılı oldular. Zorunlu din eğitimini pedagojik ve demokratik bulmadığı halde sesini yükseltmekten çekinen geniş bir kitle var. Kimi iktidar, kimi mahalle baskısından dolayı itirazını dillendiremiyor. Tabi öyle olunca da sorun Alevilerle birlikte anılmaya devam ediyor. İktidar da bu algıya, Sünnilerin kayıtsızlığına dayanarak soruna kayıtsız kalmayı sürdürüyor. Şûranın ardından 1-5 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen 18. Milli Eğitim Şûrasında (bana göre istişare) alınan kararları ciddi bulmadım. Kararları ciddiyetsiz bulmamın önemli nedenlerinden katılımcıların samimiyetsizliğidir. Şurada konuşulanlar ciddi olsa da konuşanlar ciddi değil. Dolayısıyla aldıkları kararların da hikmeti harbiyesi yok. Hükümet sendikasının ağzıyla zorunlu eğitimin 13 yıla çıkarılması tavsiye kararı, kesintisiz 8 yıla tahammül edemeyenlerin sistemi delmeye yönelik girişimlerinden başka bir şey değil. Heyecanlanmaya gerek yok: 11 yıl önce, 1999’daki 15. Şûrada da zorunlu eğitimin 11 yıl olması gerektiği kararı alınmıştı. Fakat 8 yıla takılıp kalındı. Aradan 11 yıl geçtiği halde üzerine bir yıl bile eklenmemiş zorunlu ve kesintisiz eğitim süresinin kesintili olmak koşuluyla 13 yıl olarak önerilmesi arzulara hitap eden, basına malzeme olsun diye alınmış bir karar. Adama, 11 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim tavsiyesini 11 yılda neden gerçekleştirmedin diye sorulur. 8 yıla karşı çıkıp ardından 13 yılı telaffuz etmek işi sulandırmanın bir yolu olsa gerek. 18. Şûra 15’incinin gündemiyle toplandı İlköğretim ve Yönlendirme; Ortaöğretimde Yeniden Yapılanma, Yükseköğretime Geçişin Yeniden Düzenlenmesi de 15. Şuranın asıl gündem maddelerindendi. Aradan bunca yıl geçtikten sonra bu başlıklar İlköğretim ve Ortaöğretimin Güçlendirilmesi, Ortaöğretime Erişimin Sağlanması; Rehberlik ve Yönlendirme adı altında yeniden ele alındı. Biz bu sorunları çözemedik ondan dolayı gündemimize aldık deniyorsa buyurun tartışın. Tartışıp karar almanın zararı yok. Fakat bence asıl neden gerçek sorunları görmemek ya da yok saymakla ilgili. Din eğitimini seçmezseniz ahlaki değerlerinizi koruyamazsınız. Zırva… Gelelim din eğitimine; kuşkunuz olmasın AKP, her fırsatta din eğitiminin yaygınlaşması için elinden geleni yapmıştır. Ne zaman bir yasa, yönetmelik değişecek, yeni bir uygulamaya geçilecek hemen kurnazca bir yol bulup araya dini sıkıştırır. Bu Şûrada da öyle oldu: Milli Eğitim Bakanlığının birimlerinden biri sayacağımız Memur Sen’e bağlı Eğitim Bir Sen aracılığı ile zorunlusuna ek olarak bir de seçmeli din dersi tavsiye ettiler. Sendika başkanının gerekçesine bakın “İsteyen anne ve babaların çocuklarına seçmeli din eğitimi verilerek ahlaki ve manevi değerlerin korunması.” Tam bir zırva. Din eğitimini seçmezseniz ahlaki ve manevi değerlerinizi koruyamazsınız diyor. Milli Güvenlik dersine asker yerine sivil öğretmenlerin girmesi yönündeki tavsiye kararının dışındakiler yeni bir söylem değil. Milli Güvenlik dersinin kaldırılıp ders konularının sosyal bilgiler ve inkılâp tarihi derslerine yedirilmesinin sağlanması ise (Hiç yoktan iyi fikir olsa da) yeterli değil. Doğrusu bu dersin programıyla birlikte kaldırılmasıdır. İlköğretimde okulların yaş gruplarına göre ayrılması İlköğretimin ilk beş sınıfı ile 6, 7 ve 8. sınıflarının ayrı mekanlara taşınması gerektiğini uzun süreden beri savunuyorum. Sanırım benden başka da dile getiren olmadı. En son Temmuz’da yazmışım. Böyle bir ayrışmanın pedagojik, ekonomik ve hatta biyolojik gerekçeleri var. Kızılcahamam toplantısında bu fikre yatkın öneriler olduğunu duyduk. Demek ki birileri bizi izliyor, mutlu olduk. Eğer tavsiye kararları, bundan önceki şura kararları gibi kağıt üstünde kalmayacaksa olumlu bir gelişme olarak not edebiliriz.
Edebiyat, TÜYAP ve Cem Yılmaz Bir hafta süreyle izleme olanağı bulduğum TÜYAP Kitap Fuarında ilginç gözlemlerim oldu. Bir yıl önceki fuarın ardından edebiyat ölüyor diye yazmıştım. Bir yıl sonra cenazesinin kaldırıldığına tanık oldum. Cem Yılmaz’ın film senaryolarından oluşan kitap setleriyle, Prof. İskender Pala’ya İslam tarihini düzyazıyla anlattığı kitabını imzalatmak için gelenlerin oluşturduğu kalabalık edebiyatın cenaze törenini andırıyordu. Gazeteci yazarlara(?), eski askerlere, Ahmet Ümit’e, Uykusuzlara ve İtalyan çizgi roman çizerlerine haksızlık etmeyelim; önlerinde oldukça uzun kuyruklar oluştu. Uykusuzlara afiş imzalatmak için saatlerce sırada bekleyenler olduğunu gördüm. Ve imzayı alanların çıkış kapısına yöneldiğini… Belli ki herkes kendi starını görmeye, ondan bir imza alıp izinin üstüne dönmeye gelmişti. Cem Yılmaz’ın ayrılışı sırasında çevresinde korumalarının dışında kimselerin bulunmaması imzacıların kendinden önce ayrıldığına delaletti. İclal Aydın’ın standa gelişi sırasında “İclal.., İclal…, İclal…” haykırışlarıyla karşılanması da edebiyat dünyasına ait bir tarz değildi. Diğerleri neyse, G.O.R.A., Hokkabaz, A.R.O.G., Yahşi Batı filmlerini belki de onlarca kez izlemiş yüzlerce kişinin onların senaryolarını niçin okuma gereği duyduklarını doğrusu çok merak ettim. Bu kitaplar, müşterisine teslim edilmek üzere tezgâhın üstüne istiflenirken Türk ve Dünya edebiyatının önemli kitapları hemen tezgâhın altındaydı. Yüzüne bakan olmadı. 2010 Nobel Edebiyat ödülü sahibi Mario Vargas Llosa’nın kitapları mı, o da hiç sattı. Velhasıl 29. TÜYAP Kitap Fuarında bir hafta süreyle ölen edebiyatın cenazesi kaldırıldı. Seneye de ilk bayramı yapılır inşallah! Yazıyı tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesinin emekli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Selçuk Cingi’nin “Aklımdan Geçenler, Başımdan Geçenler” adlı öykü kitabını tanıtmak için dostlarına yazdığı mesajını sizlerle paylaşmak geldi aklıma. Sayın Cingi’nin bana da gönderdiği mesajı, günümüzde kitap seçiminin hangi yöntemlerle yapıldığının ipuçlarını veriyor. Değerli Arkadaşlarım, Dostlarım, Emeklilik sonrasında yazdığım dördüncü kitap da yayınlanarak okurlara sunuldu. Ne var ki bu konuda J. B. Say’ın meşhur “Her arz kendi talebini yaratır” yasası işlemiyor! Gözlemlerime göre, okurlarımız genelde tanımadıkları yazarların kitaplarına talep yaratmamakta; kitabı satın almak gibi bir riske(!) girmemektedirler. Genelde yazarın tanıdıkları da kitabı çok değerli bir “serbest mal” olarak algıladıklarından yazardan kitabı kendilerine göndermesini beklemektedirler. Takdir edersiniz ki bu durumda optimum çözüm: Bandrollü olarak kitapları en ucuz fiyatla ve en etkin dağıtım yöntemleriyle, yazarı tanıyan ve tanımayan okurlara ulaştırabilecek “dürüst bir korsan”a ihtiyaç duyulur! Maalesef bu güne kadar kitaplarım böyle bir muteber “korsan”dan yoksun kalmış ve geniş okur kitleleriyle buluşamamıştır. Gereğini takdirlerinize sunarım. Saygılarımla. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Milli Eğitim Bakanı bunu izah etsin - 10/05/2011 |
Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine atanan Abdulkadir Yılmaz’ın, özel yayınevlerinin elemanı olduğu, onlar adına ders kitapları yazdığı ortaya çıktı. |
Öğretmen öğrencisinin aile yapısına uygun olmalı - 03/05/2011 |
Öğretmen öğrencisinin aile yapısına uygun olmalı |
Herkesin kazandığı ihale: Ders kitapları ihalesi - 26/04/2011 |
Milli Eğitim Bakanlığı 2011-2012 öğretim yılında okutulacak ders kitaplarının ihalesini bugün yapıyor. AKP, iktidarının ilk yılında beş yıl kullanılacak kitaptan söz etmesine rağmen bu projeyi yaşama geçirmedi. Tek kullanımlık kitapta ısrar etti. Yin |
Erdoğan - 19/04/2011 |
Erdoğan "Kızım normal vatandaş dağl" dedi. Felsefecilr Derneği: Düşünca Eğitimi dersi zorunlu olsun CHP seçim bildirgesinde eğitim İstifayazorlamanın küçük faydaları |
Meclis Başkanı da Kenan Evren'den davacı olmalı - 13/04/2011 |
Meclis Başkanı da Kenan Evren'den davacı olmalı Eğitime Dair kitaplar Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz |
“Andımız” bir yemin ve isteklendirme metni ise - 05/04/2011 |
Zorunlu din dersi tartışması, Alevilerin istemi olarak gündemdeki yerini korurken Kürtler de BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın öncülüğünde ilköğretim okullarında her sabah öğrencilere törenle tekrar ettirilen “Andımız”ı tartışmaya açtı. |
Polisi atlattım, kitabım matbaaya ulaştı - 29/03/2011 |
Şaka değil, polis el koymadan üçüncü kitabımı (Türkiye’nin Eğitim Gündemi) yayıncıma ilettim, o da matbaaya kadar ulaştırmış. |
Polisi atlattım, kitabım matbaaya ulaştı - 29/03/2011 |
Şaka değil, polis el koymadan üçüncü kitabımı (Türkiye’nin Eğitim Gündemi) yayıncıma ilettim, o da matbaaya kadar ulaştırmış. |
Bezdirici Bezdiriye (mobbing) son verebilir mi? - 22/03/2011 |
Mobbing, işyerlerinde gücü kullanma yetkisi olanların uyguladığı psikolojik saldırıyı tanımlayan bir kavram. |
Devamı |