Hükümet harçları, üniversiteler kongre ödeneklerini kaldırdı Hükümetin, üniversitelerin birinci öğretim öğrencilerinden katkı payı (harç) alınmaması kararı, bu peşin kaynaktan mahrum olan üniversiteleri yeni kaynak arayışlarına sevk etti. Üniversiteler, Bakanlar Kurulu Kararı’ndaki “öğrencilerden alınması gereken öğrenci katkı payı tutarları, Devlet tarafından karşılanır.” ifadesinin de uygulanmayacağından, devletten bir kuruş alamayacaklarından benim kadar eminler. Bundan dolayı üniversiteler, ortak kullanıma açık sosyal ve kültürel alanlarını paralı hale getirirken bazıları da üniversite bütçelerinden karşılanan bilimsel faaliyetlerini sınırlama yolunu seçiyor. Örneğin Tokat Osmangazi Üniversitesi rektörü, yurtiçi kongre desteğini tümüyle kaldırırken yurtdışı kongreye katılımı sınırlayarak bire indirdi. Bu durumda ikinci kez yurdışı kongrelere katılacak öğretim üyeleri giderlerini öğretmenlik maaşlarından karşılayacaklar. Bir bilginin bilimsel nitelik kazanıp bilim çevrelerinde dolaşıma sokulmasında kongrelerin ne denli önemli bilimsel faaliyetlerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde... Akdeniz üniversitesi de daha önce fakülte, bölüm, öğrenci ve öğretim üyelerinin bedelsiz yararlandığı konferans salonlarından kira istemeye başlamış. AÜ’nün ilk müşterisi de kendi öğretim üyeleri oldu: Geçen hafta benim de konuşmacılar arasında bulunduğum panelin yapıldığı salon için Öğretim Üyeleri Derneğinden işgaliye bedeli alınmış. Hiç kuşkusuz panel ve konferanslar da bir üniversite için bilimsel bir faaliyettir. Panelde, (hadi ben neyse) üç değerli hoca (İzzettin Önder, Erdal Küçüker, Hünkar Korkmaz ) yılların damıtılmış bilgilerini çok büyük çoğunluğu üniversitenin öğrencisi olan dinleyicileriyle paylaştılar; geleceğin eğitimcilerine bilginin parayla satılan bir nesne olamayacağını anlattılar. Gerçek bir üniversite her halde konuşmacılarına telif borcu olduğunu düşünürdü. Oysa biz, tuvaletini ücretsiz kullandığımız için AÜ yönetimine minnet duyduk! Hiç kuşkusuz yakında diğer üniversiteler de ekonomik önlem paketlerini açıklayacak. Kongrelerin yanı sıra araştırma desteklerinin de kısıtlanıp kaldırıldığını göreceğiz. Sonra, elimize bir mercek alıp dünyanın ilk 500 üniversitesi arasında Türkiye üniversitelerini arayacağız; bulamayınca da nedenini üniversitelerdeki ibadethanelerin ölçütler arasında bulunmamasına bağlayacağız!
Okul bütçelerine İller Bankası örneği İmam hatip liselerinin ardından yeni açılan imam hatip ortaokullarının da Hükümet katında ayrıcalık göreceğini tahmin etmek güç değil. Bu okulların müdürleri, geçen haftaki yazıma konu olan bir ilköğretim okulu müdür gibi devletten bir kuruş ödenek gelmiyor diye bağırmayacak; ödeneksizlik nedeniyle istifa etmeyecekler (Ocak 2011’de Silvan’da 13 ilköğretim okulu müdürü ödeneksizlik nedeniyle istifa etmişti). Milli eğitim müdürleri, illerine gönderilen sınırlı miktardaki ödenekten pay talep eden okullar arasında imam hatipleri gözetecek. Şehirlerin, seçkinlerin oturduğu semtlerden yoksulların barındığı kıyıdaki mahallelerine doğru gittikçe, okulların da mahallenin ekonomik durumuna uygun fiziki yapıda olduğunu, donanım bakımından aralarında veli katkısıyla giderilemeyecek uçurumlar oluştuğunu görürsünüz. İkisi de devlete aittir ama aralarında binanın ve bahçenin bakımı, tuvaletleri, spor olanakları, ders araç gereçleri, donanım malzemeleri, temizlik ve beslenme hizmetleri gibi her alanda görülür bir farklılık vardır. Okullar arasındaki eşitsizliği ahalinin okul bütçesine katkısına bağlayabiliriz. Fakat devletin varlıklı mahallelerin okullarına açıkça ayrımcılık anlamına gelen keyfi kaynak aktarmalarına ne diyeceğiz. Hepimizin tanıklığı vardır ki il müdürlüklerine gönderilen sınırlı ödenekler eşit şekilde pay edilmiyor. Özellikle Başkent’te politikacı ve bürokratlar kişisel inisiyatifleriyle yurdun ücra köşelerindeki çocukların payına el koyup kendi çocuklarının bulunduğu okullara aktarıyorlar. Karısının görev yaptığı okulu ihya eden bürokratlar biliyorum! Devletin öğrenci başına harcama hesabı, ulusal geliri pay ederken yaptığı hesapla aynı: Bütçeden çıkan para öğrencilere bölünüp öğrencinin devlete maliyeti hesaplanıyor. Zengin semtinde iki yüz metre mesafedeki iki okula yapılan spor salonu Patnos Atatürk İlkokuluna da yapılmış görünüyor. Bu, eşitsizliğin devletin adil davranmamasından kaynaklanan kısmı… Önümüz kış, yakıt, elektrik, iletişim, onarım faturasını ödemeyen okul haberleri duymak istemiyorsak devletten adil davranmasını istemek şart. MEB’in personel giderleri hariç okulların cari harcamaları için ayrılan ödeneğini öğrenci sayısına bölüp okullara göndermesi mevcut sistem içinde kısmi bir iyileşme yolu gibi gözüküyor. Bunu vergi gelirlerinin İller Bankası aracılığı ile nüfus başına belediyelere ve il özel idarelerine gönderilen ödenek uygulamasına benzetebiliriz. Gelir vergisinin yüzde 5’i nüfusları oranında belediyelere gönderiliyor. Yasa, büyükşehir sınırındaki ilçe belediyelerinin payını, büyükşehir başkanının insafına bırakmamış; onlar da her ay bütçeden alacakları payı biliyorlar. Bunun benzeri bir uygulama okullarda neden uygulanmasın. Böylece adaletsizlik tümüyle ortadan kaldırılmasa bile en azından mevcut mali kaynağın okullar arasında eşit pay edilmesi sağlanabilir. Okulların kaderini insafsız birkaç kişinin eline bırakmaktan iyi değil mi? Bakanlıktan bekle(me)diğim tepki yayıncılardan geldi Geçen haftaki yazılarımın birinde yeni Ders Kitapları Yönetmeliği’nin daha önce ders kitabı yazmış olanların dışında kimseye ders kitabı yazma şansı tanımayan maddesini yorumlarken "Türkiye’de ders kitaplarıyla ilgili mevzuatların yayıncılar tarafından hazırlandığını iddia ederim. Bu tanımın bakanlıkta mevzuatı hazırlayanlardan birisine ait olması o kişi veya kişilerin aptal olduğunu gösterir ki ben bakanlıkta böyle bir aptallığın altına imza atacak kişilerin olabileceğini düşünmüyorum." demiştim. Eğitim Yayıncıları Derneği Başkan Vekili Celal Musaoğlu, Yönetmeliğin hazırlanmasına dahil edilmediklerini belirtip ifade biçimimden kendilerine “aptal” dediğim sonucuna varıp tepki gösterdi. Sayın Musaoğluna, Yönetmelik’in Resmi Gazeteye kendileri tarafından gönderilmiş olamayacağını, altında bir dolu Bakanlık yetkilisinin imzası olabileceğini anlatarak kendimi kurtarmaya çalıştım! Çıkarlarını korumaya yönelik önerilerinin mevzuat hükmü olarak yasallaştırabilenin zaten aptal sayılamayacağında mutabık kaldık. Ders Kitapları Yönetmeliği’nin yayıncıları ilgilendiren kısmının ise her dönem yayıncıların önerisiyle şekillendiğinde ısrar ettim. Fakat bundan dolayı da yayıncıların suçlanamayacağı görüşünde olduğumu belirttim. Yazımın yayıncıları gücendiren tümcesinin sonunda ünlem işareti kullanmış olsaydım bu yanlış anlamanın önüne geçmiş olurdum. Yayımlanmış yazının noktalamasını değiştiremeyeceğime göre kendilerine aptal dediğimi düşünen yayıncılardan özür dilemek boynumun borcu oldu. |
2743 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |