Dini eğitim de insanları ehilleştiremedi Geçenlerde, sanayi devrimi sonrasının zorunlu “modern” (şimdilerde postmodern) eğitiminin insanların içindeki vahşeti ıslah edemediğinden söz etmiştim. Mevcut eğitim sisteminin başarısızlığını ise bireyi/toplumu araçsallaştırmasına bağlamıştım. Bugün, ideali “iyi insan”a ulaşma olan dinlerin insanları neden ehilleştiremediği üzerinde duralım. Modern eğitim, “işe yarar” hale getireyim derken insanın iç dünyasını ihmal etmiş olabilir! Fakat dinlerin böyle bir mazereti yok; o, hep ve her yerde insanı Tanrı’nın hoşuna gidecek faziletlerle donatılmış erdemli varlıklar yapmayla meşgul oldu. Binlerce ayetten oluşan dünyanın ilk ders kitaplarıyla binlerce yıldır milyarlarca insana bir balta sapı yapmayı bile öğretmeden, onların tüm davranışlarını kendi ahlak ölçütlerine göre şekillendirmeye çalıştı. Dinler, öğretilerini topluma ulaştırmada modern eğitimin karşılaştığı güçlüklerle de karşılaşmadılar. Hayatın her alanını dini eğitim ortamı olarak kullanabildiler; sadece kiliseler, camiler, havralar (sinagok), Budist tapınakları; manastırlar, medreseler değil evler, işyerleri, kahvehaneler ve okullar dahi dinlerin öğretim alanlarıydı. Moda deyimle söylersek insan kaynakları yönetimi mükemmeldi; başından beri gerek din adamı gerekse dini okul eğitmenleri toplumun en seçkin üyeleri arasından seçildi. Dinler, insanlığın kendi gelişim evresinde ürettiği araçları dini eğitimi yaygınlaştırmak üzere kullanmayı da hiçbir zaman ihmal etmediler: Yazı, kâğıt, kalem; şimdi de multimedya araçlarını en etkin bir şekilde kullanabiliyor. Üstelik dini öğretileri davranışa dönüştürmemenin cezası, modern eğitimin not sistemine değil, ölümle sonuçlanma ihtimali yüksek bedensel yaptırımlara dayanıyordu. Din eğitiminin en büyük avantajı da Tanrı buyruklarını yine Tanrı’nın denetimindeki insan akla aktarıyor olmasıydı. Peki, bütün bu ayrıcalıklara rağmen dini eğitim başarılı oldu diyebilir miyiz? Dindarlar bu soruyu “kuşkusuz” diye yanıtlıyorlar. Onlara göre modern laik eğitim, insani niteliklerin geliştirilmesinde yetersiz ve bu konuda her daim dine ihtiyaç var. Bu düşüncesini yeri geldikçe tekrar eden Taha Akyol, geçenlerde Hürriyet’teki köşesinde Şerif Mardin’le yapılmış bir söyleşiyi analiz ederken laik cumhuriyetçi ideolojinin dayanışma, kardeşlik gibi toplumsal hayatın tutkalı olan duyguları kazandıramadığını bundan dolayı “İslami enerji”nin yükseldiğini yazdı. Akyol, genel olarak dinlerin, özel olarak da İslam dininin toplumları getirdiği noktayı olumlu buluyor. Başarılı oldu, ya da dinler olmasaydı dünya bugünkünden daha yaşanılmaz halde olurdu diyenleri Richard Dawkins’le yanıtlayalım: “Dinin olmadığı bir dünya hayal edin, İntihar bombacılarının, 9/11 (İkiz kule saldırısı)’in, 7/7 (2005 Londra metrosunda bomba patlatılması)’nin, Haçlı Seferleri’nin, İsrail-Filistin savaşlarının, Hintlilerle Pakistanlıların ayrılmalarının, Sırp-Hırvat-Müslüman katliamlarının, ‘İsa Katilleri’ yakıştırmasıyla Yahudilere yapılan eziyetin, Kuzey İrlanda sorunlarının, namus cinayetlerinin olmadığını hayal edin.” (Tanrı Yanılgısı) Eğer “kuşkusuz” diyen bir Müslüman’sa İran-Irak savaşını, Irak’ın Kuveyt’i işgalini, Taliban’ı, El Kaide’yi, Libya’yı listeye ekleyin. Bu Müslüman Türkiyeliyse Maraş, Çorum, Sivas katliamlarını da anımsatın. N.Ç. ye tecavüz edenlerin, onları yargılayan kanunları yapanların; 13 yaşındaki bir çocuğun para ile kandırılmasını “rıza” olarak değerlendirip ceza indirimi uygulayan yargıçların, yargıçların kararını İslam hukukuna uygun bulup medyasında yer vermeyenlerin; hizmetçisinin 14 yaşındaki kızını taciz eden Hüseyin Üzmez’in; Deniz Feneri ve Kayıp Trilyon Davası mahkûmlarının sizden daha çok din eğitimi almış olduğunu yüzlerine vurmaktan çekinmeyin. |
2296 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |