Türkiye Cumhuriyeti, 1950-2000 yılları arasında 50 yıl din eğitimini modern eğitim içinde yürütmeyi denedi. Son çeyrek yüzyılda ise eğitim kurumlarını ve içeriğini tamamen dinselleştirme yoluna giderek teşkilat yapısından, öğretim programlarından, eğitim materyallerinden, öğretim yöntem ve tekniklerinden, öğretmen ve diğer tüm eğitim bileşenlerinden dine uygun bulunmayan unsurları ya ayıklandı ya etkisiz hale getirildi. Böylece din eğitiminden dini eğitime geçmiş oldu.
Gün itibari ile Türkiye’de dini eğitim okul öncesinden (2-6 yaş) başlar ve “Değerler Eğitimi” adı altındaki derslere imamlar girer. Zorunlu eğitimin 4. sınıfından itibaren 12. sınıfa dek haftada 2 saat zorunlu din dersine ek olarak, öğrencilerin seçmek zorunda olduğu ortaokulda 6, lisede 7 dini ders vardır. Öğrenci, öğretim yılı içerisinde Kuran kurslarına devam edebilmektedir. Temmuz-Ağustos 2023’te 193 bin 564’ü okul öncesi yaşta olmak üzere 4 milyon “civarında” çocuk Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı resmi kuran kursuna katıldı (Tarikat ve Cemaatlere bağlı kurslarla ilgili veri yok.).
Ayrıca, Türkiye’de ortaokul ve lise düzeyinde imam hatip adında dini bir okul türü vardır. Zorunlu eğitim kapsamındaki bu okullara bir buçuk milyon öğrenci kayıtlıdır. 3 bin 432 imam hatip ortaokulu ve bin 714 imam hatip lisesinin aynı okul düzeyindeki okullara oranı yüzde 20; bu okullara devam eden öğrencilerin aynı okul düzeyindeki öğrencilere oranı ise yüzde 13,5’tir. İlahiyat mezunu “öğretmen” sayısı bilinmiyor, sadece İHL’lerdeki dini ders öğretmeni sayısı 51 bin 816. YÖK’e bağlı 115 İlahiyat fakültesi, 37 İslami İlimler Enstitüsü vardır.
Dini okullar ve bu okullardaki öğrenci sayısı toplumun değil siyasetin talebi sonucu arttı. Gülen Cemaati okulları örneğinde görüldüğü gibi talep, siyasi ve ekonomik teşviklerle (kamu dairesi, yurt, burs gibi teşviklerle siyasi mücadele sebebine dönüştürülerek) yaratılmıştı. Bu nedenle dini okulların ve derslerin müfredatında otoriteye itaati sağlayacak telkinci normatif dil hakimdir. Doğal olarak öğrenciye bir birey olarak hitap etmiyor; Öğrenci, programın ve onun öğretmeni olan dindar kişinin önünde çokluğun parçası olan bir nesnedir.
Öğrenciye gerçek yaşamla ilişki kurmada kullanacağı beceri kazandırmayan, ekonomik ve sosyal yaşamın referans kabul etmediği böyle bir eğitime toplumun saygı ve güven duyması düşünülemez. Sistem, güven krizini aşmak ve toplum talebini diri tutabilmek için dini okul programlarında Türkçe, edebiyat, sosyal bilgiler, matematik, fizik gibi bilim derslerine yer verip onları modern okullara benzetme yoluna gitmektedir.
Fakat iktidar, Haziran 2024’te yasallaştırdığı ve önümüzdeki öğretim yılında uygulanmaya konacak Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile dini eğitimin modern eğitimin bir parçası olmadığını ilan etti. Bu modele göre Diyanet İşleri Başkanlığı ve dini cemaatler eğitim bakanlığının resmi ortakları olacak, din ile ilgili olsun veya olmasın her öğretim programının Dine Uygunluk Komisyonundan onay alması gerekecek. Şu anda görüşülen Öğretmenlik Meslek Kanunu ile de öğretmen yetiştirme üniversitelerden alınıp eğitim bakanlığına bağlı Öğretmen Akademisine devredilecek.
Özetlersek Türkiye'de eğitim; bireye din, aile, etnik köken, gelenek gibi kontrol gücü yüksek, evrensel değerlerle çatışan küçük grup düşünceleri aşılamakla iştigal etmektedir. Onların deyimiyle bu eğitimin “çıktısı”, sınıfından uzaklaştıkça farklı temsil biçimlerine yönelip toplumsal değer üretiminden uzak duracak ve korunması gerektiğine inandırıldığı değerler uğruna çatışmaktan çekinmeyecek bireyler olacaktır.
Nitekim makro veriler, dini eğitimin bilim, kültür, ekonomi, barış, eşitlik, refah ve yaşam kalitesi gibi kategorilerle ölçülen ve eğitimle erişilen toplumsal mutluluk göstergelerindeki yerini değiştirmediği gibi ülkeler sıralamasında daha da geriye düştüğünü göstermektedir.
Türkiye, cinsiyete dayalı eşitsizlikleri gösteren 2024 Küresel Cinsiyet Farkı Raporu sıralamasında 146 ülke arasında 127,
Küresel Barış Endeksi’nde 152. (2019),
Küresel Refah Endeksi’nde 167 ülke arasında 93. sırada
Ülkelerin insanlığa yaptıkları katkıların ölçüldüğü İyi Ülke Endeksi’nde 40-50 arasında gidip geliyor.
Hiçbir kamu üniversitesi ölçütü bilimsel faaliyet olan değerlendirmelerde dünya üniversiteleri sıralamasında ilk 500’e giremiyor.
Din algısı araştırma verileri, dini eğitimin, dinlere de değer ve güç katmadığını göstermektedir. Türkiye'de yetişkin bireyler arasında sık sık ya da her zaman, yani düzenli olarak, beş vakit namaz kılanların oranı yüzde 39. Bu oran dini eğitimden geçmiş 18-24 yaş grubunda yüzde 20.
Eğitim-Din Çatışması
Eğitim, hem bireyi ekonomik, sosyal ve siyasal değişime hazırlama hem gelişmenin yönünü herkesin yararına olacak şekilde tayin edecek bilinci kazandırma işidir. O nedenle eğitim dinamik bir süreçtir. Ekonomik, kültürel, siyasal ve sosyal ilişkilerin yeniden şekillendiği günümüzde sürecin takipçisi değil yönlendirici olması beklenir.
Eğitimin bu işlevini yerine getirebilmesi kuşkusuz kullandığı bilginin ve yönteminin bilimsel, işleyişinin demokratik olmasına bağlıdır. Bu doğal olarak laik olmayı, yani din ile birlikte olmamayı gerektirir.
Din ise doğası gereği dinamik değildir: Bilgi kaynağı olarak bilimin bilgisini, öğretimde bilimin yöntemini kullanmaz. Değişmez, değiştirilemez bilgi ve değerlere sahip olmasından ötürü diyaloga kapalıdır. Dolayısıyla demokratik değildir. Diyaloğa kapalı olması onu uzlaşmaz yapar. Uzlaşmazlığı ise modern değerlere karşı agresif davranmaya sevk eder, Bu özelliği dinleri çatışma ideolojisi olarak kullanılmaya uygun bir araca dönüştürüyor. Nitekim dünyanın dört bir yanında süren ve asıl nedeni ekonomik olan iç ve dış çatışmalarda taraflar dinle motive edilmektedir.
Oysa eğitimin amacı, barış içinde birlikte yaşamanın yol ve yöntemlerini göstermek, bireyi evrensel topluma hazırlamaktır. Eğitimle dinin farklı toplumsal kurumlar olup aynı değerlere sahip olmaması, eğitimin dinin, dinin eğitimin bilgi ve yöntemini kullanmaması, birbirinin mekânında (eğitimin camide, ibadetin okulda) örgütlenmesini imkânsız kılmaktadır. Dinle eğitimi birlikte düşünenler imkansızı zorlayarak zaman, enerji ve ekonomisini heba etmektedir.
Türkiye’de dini eğitim, pedagojinin ilkelerini olduğu gibi ulusal ve uluslararası hukuku da ihlal eden bir yolda ilerlemektedir. Mevcut haliyle dini eğitim Anayasanın 2. ve 24. maddelerine, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin eğitim hakkını düzenleyen maddelerine, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 18 ve 24. maddelerine, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırıdır.
Din-Kapitalizm Uzlaşması
Artık İslam dünyayı açıklamak, metafizik sorulara yanıt aramakla ilgilenmiyor. Fakat iştigal alanı ile ilgili soruların kaynağı olma kapasitesini yitirmiş, insani ilişkilerde kullanılabilecek değer üretememelerine rağmen hâlâ kişi ve toplum kimliğini tanımlayan unsurlardan biri olmayı sürdürebiliyor. Din, Müslüman ülkelerde devletin karşılığı olma vasfını da muhafaza edebiliyor. Modern devlette din; hukuk, aile, eğitim, kültür ve ekonomi arasındaki toplumsal kurumlardan biri sayılmasına karşın Müslüman ülkelerde ekonomi hariç diğer kurumların üstünde bir konuma sahiptir.
Müslüman devletlerde ekonomide din dışı kurallar işler. Finans, ticaret, iletişim, ulaşım, mal ve hizmet standardı konusunda küresel hukuka içtenlikle uyum sağlanırken grup kimliği, sosyal hukuk, yönetim biçimi, kişisel ve toplumsal ilişkilerin evrensel normlardan etkilenmesine izin verilmez. Anayasasında "İslam devleti" yazmayan ülkelerden biri olmasına rağmen İslamcıların iktidarı ele geçirmesiyle Türkiye, üyesi ve imzacısı olduğu uluslararası kuruluşların insan haklarıyla ilgili hüküm ve sözleşmelerini rahatlıkla ihlal edebilmekte, hukuk ve adalet konusundaki kararlarına uymamaktadır. Fakat söz konusu ticaret olduğunda uluslararası ticaret hukukunun tüm hükümlerine ve kapitalizmin yerleşik içtihadına özenle uymaktadır.
Kamuya ait mülklere el koymak, kamusal hizmetleri piyasanın yatırımına açmak kamunun ve kamusal denetimin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Bu ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan eşitsizliğe ve yoksulluğa rıza üretmek, özgürlükleri kısıtlayıp yasakları çoğaltmak, toplumun kaybeden kesimlerini kendi içinde çatıştırmak kamusal ilişkilerin kurucu kültürünün, bilginin, bilgi paylaşımının, diyalogun ve toplumsal değerlerin aşındırılması ile mümkündür. Din, bunu başarabilme kapasitesine ve deneyimine sahip olduğu için sahaya çekildi. Böylece değer, bilgi ve kültür kurumu olan eğitim saldırının ilk ve öncelikli hedefi oldu.
Özellikle son çeyrek yüzyılda dünya en çok da Türkiye, “neden” diye sorulması gereken olaylar yaşadı; mesela yirmi kişi neden iki milyar dünya insanının servetinden fazlasına sahip! Dinlerin bu soruya yanıtı “Tanrının hikmetinden sual olunmaz.” şeklindedir. ‘Öyle olması gerektiği için öyle’ anlamındaki bu dinsel yanıtın kitle bilincine dönüşmesi kuşkusuz örgütü eğitimin konusu olmayı gerektirir. Kapitalizmin finansal ilişkisinde rüştünü ispatlayan dinin bu yönünü ihmal etmesi düşünülemezdi. Nitekim eğitim alanına girmesine izin verdi.
Dinin eğitim ve dinin toplum yaşamına müdahalesi, kapitalizmin dine ihtiyacı oranında gerçekleşiyor. Tabi ki dinin hayatımızdaki yerinin ne oranda olması gerektiğini belirleyen asıl unsur kamusal bilinç oluyor. Eğer toplum ve devlet bu dengeyi sağlayacak araçlardan yoksunsa din sizi bir istilacı gibi çevirebilir. Dinsel olmayan tüm insani kazanımlarınızı bir çırpıda kaybedebilirsiniz. Bu bakımdan İŞİD’in Irak ve Suriye’yi istilası ile ABD Kongresinin işgali arasında bir fark görmüyorum.
Bildiğiniz gibi soğuk savaşla birlikte ırkçılık dini argümanlarla beslenmektedir. Avrupa ve Amerika'da yükselen sağ partiler de kitleleri dinle motive etmektedir. Dinin baskısına Müslüman coğrafyadan daha az maruz kalması, Batı’yı risk alanının dışında tutmuyor. Haziran 2024'te ABD’nin Louisiana eyaleti, Tanrı'nın Musa Peygamber’e ilettiğine inanılan On Emir’in okunabilir boyutta sınıflarda bulundurulmasını zorunlu haline getirdi. Çok sayıdaki Cumhuriyetçi eyaletin benzer kararı almak üzere olduğu söyleniyor. ABD'nin bunu aşabilecek seküler topluma ve araçlara sahip olduğunu, bu On Emir’in “öldürmeyeceksin”, “çalmayacaksın” gibi ahlaki telkinler içerdiği düşünülebilir fakat ahlakın dinsel bir gereklilik olduğu algısını bir kez yerleştiğinizde aynı kişinin, aynı kitabın diğer ayetlerindeki “öldürün” emrine uymasını engelleyemezsiniz.
Kapitalizm, neoliberal döneminde liberal, postmodern, faşist argümanlarıyla lojistik destek verip ideolojikleştirdiği dini görüş ve grupları sahaya sürdü. Bu, dinlerin ardındaki asıl gücü görmemizi engellediği gibi muhatabını seçmekte güçlük çeken veya onunla yüzleşmekten kaçınan “sol"un ideolojik tavırdan, sistem tartışmasından, sınıf ve emek eksenli mücadeleden uzaklaşmasını sağladı. Örneğin, Türkiye solu olarak 1980'li yıllara dek “devrim”e nedenli yakın olduğumuzu tartışırken bugün ülkeyi monarşiden kurtarma, özel alanımızı, giyim tarzımızı, yeme içme alışkanlıklarımızı koruma mücadelesi vermekteyiz. Sadece Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerde değil, Batı’da da antikapitalist söylem geliştirme yerine iyi kapitalist kötü kapitalist arasında tercih yapmak durumunda kalındı. Amerika seçimlerini izleyen Türkiyeli bir solcu bile Biden’i Trump’a tercih etmek durumunda kalıyor.
Sosyal-siyasal ve kültürel gelişmeye engel teşkil eden feodal düşünme biçimi, nasıl oluyor da kapitalizmin toplumla ilişki kurarken tercih ettiği öncelikli seçeneklerden biri olabiliyor? Dinin kendini araçsallaştırmış olması bizim sorunumuz değil, fakat kapitalizmin değerlerini işlvsizleştirmesi, dinlere muhtaç kalacak kadar yeni değer üretememesi varisleri olarak bizi doğrudan ilgilendiriyor. O nedenle muhatabımız din değil, burada din bağlamında tartıştığımız her şeyin kapitalizm için söylenmiş olduğunu varsayınız. Çünkü örgütsel pratiğinden yararlanmak için onu kamusal alana çağıran ve kamusal düzenlemede ona hak etmediği ölçüde rol veren kapitalizmdi.
Kuşkusuz dinleri hafife almıyoruz; öğretileriyle, güçlü tarihsel geçmişi ve örgütlenme geleneği ile kapitalizme ihtiyaç duymadan da yaşayabilir. Fakat burjuvazinin desteği olmadan kurucusu olmadığı devlet, toplum ve kültür içinde baş edilemeyecek politik güce dönüşmesi olanaksızdı.
[1] Bu makale, 3-6 Temmuz 2024’te Ankara Üniversitesinde gerçekleşen Xll. Uluslararası Eleştirel Eğitim Konferansı (ICCE)konuşma metni özetidir.
|